8 Kasım 2008 Cumartesi

Muhazakar Dosktoyevski’nin Devrimci Romanı Üzerine

Romanları ile on dokuzuncu yüzyılın sınırlarını aşmış bir romancı olarak Dostoyevski yaşadığı dönemde bile güçlü Rus romanı geleneğinden ayrı bir yere konmayı hak etmiştir. Kendi deyimi ile ‘insandaki insanı’ anlatır Dostoyevski; başka şekilde söylersek, sonsuz iyilik ve kötülük potansiyeli olan insanı, ölümün, suçun, deliliğin, alçaklığın, yeraltı ile gün ışığının eşiğindeki insanı, nihaileştirilemeyen, asla tamamıyla bilinemeyecek ve ele geçirilemeyecek insanı, hakkında son sözün henüz söylenmediği insanı. Romansal anlatının ancak tarihin belli bir anında ortaya çıkması gibi Dostoyevski’nin insanı da ancak belirli şartlar altında ve belirli bir dönemde ortaya çıkabilirdi. Dostoyevski, yaşadığı kentin Petersburg’un, Yeraltından Notların kahramanın deyimi ile “Dünyanın en soyut ve amaçlı”, şehrinin romancısıdır herşeyden önce . Petersburg, onsekizinci yüzyılın başında Rusya’nın batıya açılan penceresi olarak, Neva Irmağı deltasına kurulmuş bir kenttir. Tam da modernliğin kuruluş, yıkım yeniden kuruluş döngüsüne uygun bir balada benzer Petersburg’un hikayesi. Ancak on dokuzuncu yüzyıla gelindiğinde, durum tamamen değişmiştir; Rus çarlığı doğru bir öngörü ile kendisine yönelecek bütün tehditlerin modernleşme ve sanayileşmeden doğacak yeni sınıflardan, yani burjuvazi ve proletaryadan doğacağını tespit etmiş, bu yüzden Avrupa’daki bütün gerici akımları desteklemiş, ülke içinde başı boş köylü toplulukların kent kapılarına yığılmaması için, geleneksel köylülük ve serflik ilişkileri aracılığı ile tarihi dondurmaya çalışmıştı. Rus eliti maddiyatçı modernleşmeye her zaman kuşkuyla, yukarıdan bakmıştır. Rus köylüsünde somutlaşan idealist, manevi yönden sağlam Rus ruhunu öne çıkarmaya çalışmıştır.Kuşkusuz bu tercihler, koyu bir istibdat rejimi yaratır. Bizdeki II. Abdülhamit dönemi ile paralellikleri olan, I. Nikolas dönemi(1825-1855), tam da böyle bir dönemdir. 1821’de doğmuş olan Dostoyevski’nin hayatında bu dönem, idam mangasının karşına geçmek, Sibirya’ya sürülmek gibi çok derin izler bırakacaktır. Ancak hiçbir hükümdarın gücü tarihin çarkını tamamen durdurmaya yetmez. Sanayi proletaryasının bilinçli olarak geciktirildiği Petersburg sokaklarında, egemenlerle, aristokratlarla, subaylarla beraber, kez eğitimli proleterler, yani memurlar dolaşmaya başlar. İlk kez Puşkin’de ortaya çıkan memur, Petersburg’un kurucusunun putunun karşına dikilir ve “Henüz hesaplaşmadık!” diye haykırır. Ürkek ve kırılgan bir haykırıştır bu, gerisin geriye kaçmaya başlar ve Bronz Süvari peşine düşer, kentin her yerinde arkasından gelen heykelin metalik ayak sesleri çınlar kulağında. Gogol, iletişimin, karşı karşıya gelmenin, eşitmiş gibi davranmanın mekanı olan kent sokaklarında bulvarlarında var olmaya çalışan memuru anlatır. Ancak kentte varolmak aynı zamanda görünür olmak, izlenmek ve gözlenmek anlamına gelir. Gogol’un memuru, Palto’da bulur çözümü. Bütün imkanlarını zorlayarak, borçlanarak, güçsüz benliğini ve yoksulluğunu örtecek bir palto edinir, ama komik duruma düşmekten kurtulamaz. Dostoyevski’nin 1846’da yayınlan ilk romanı İnsancıklar Gogol’un memurunun belirgin bir şekilde devamıdır. Eser, Palto’ya açık göndermelerde bulunur. Bu yönüyle Dostoyevski Rus geleneğinin devamıdır, ancak bu geleneği yeniden yorumlayarak zenginleştirmiş memur Makar Devuşkin’in kişiliğinde evrenselleştirmiştir. Gogol’un Palto’sunu okuyan Devuşkin, şiddetle itiraz eder;
“Ne demek bu! İnsan artık köşesinde bile-bu köşe nasıl olursa olsun- huzur içinde yaşayamayacak mı ?(…) İlle de birinin sizinle uğraşması, özel yaşamınıza köşeciğinizde sizi huzursuz etmesi mi gerek? Örneğin yeleğiniz var mı ,iç çamaşırlarınız yeterli mi, çizmeleriniz tabanı sağlam mı ? Ne yiyip içiyorsunuz, neler yazıyorsunuz bütün bunları bilmeleri gerek öyle mi ?(…) Bazı insanların yokluk içinde olduğunu, çay içmek için bile para bulamadığını yazmanın ne gereği var? Sanki herkes çay içmek zorundaymış gibi.”

Yoksulluğunun uluorta sergilenilmesi, hayatının önemsiz bir temaya dönüştürülmesi Devuşkin’in onuruna dokunur. Devuşkin gibi, varolmak için asgari bir gurura sahip olan birey izleği Dostoyevski’nin sonraki yapıtlarında olgunlaşır, derinleşir ve özellikle de Yeraltından Notlar’da doruğa ulaşır. Rusya gibi Avrupa’nın en katı kast sistemi ile tabakalaşmış bir toplumunda, aşağıdan gelen insanların düşebilecekleri en korkunç durum, insanların, özellikle de yukarı sınıftan gelen konteslerin, düşeslerin bakışlarının kendilerine yönelmesi, Palto’larını delerek korkunç yoksulluklarının şahitlik etmesidir. Yine de bu korku benliğin derinliklerinden gelen görünür olma arzusunu gemleyemez. Çünkü sefil bedenlerinin ve acı çeken ruhlarının hiç farkedilmemesi daha büyük bir felakettir. Bu yüzden Petersburg’un can damarı Nevksi Bulvarında varolmaktan başka şansları yoktur. Sığınacakları yer ise Palto’ları değil, kendilerine olan öz-saygıları ve onurlarıdır. Nevski Bulvarında ‘böcek gibi kıvrılarak’ soylulara, subaylara yol vermeden,’medeni insanlar’ gibi dümdüz yürüyebilmek, onlar için çoğu kez bireysel bir politik eylem olmuştur.

Ancak unutmamak gerekir ki, Dostoyevski kahramanları için ülkü her zaman eylemden önce gelir ve bir şekilde eyleme dönüştüğünde her zaman bireysel bir nitelik taşır. Bu yüzden olsa gerek, kendi yoksullukları ya da ezilmişlikleri ile baş etmeye çalışırken, genel anlamda yoksulluğun kaynaklarının ortadan kaldırılmasını talep eden siyasal eylem karşısında son derece duyarsızdırlar. Bir anlamda anti-reformisttirler. Dönemin radikal öğrenci hareketinin bir komplosunu konu alan ve yazılmış en güçlü politik roman olan Ecinliler’de tavır küçümsemeye hatta düşmanlığa dönüşür. Bir düşünce adamı olarak Dostoyevski ‘yeni fikirlerin’ hristiyanlığı toplum hayatından çıkardıklarına, dolayısıyla insanın ahlaki davranmasının kaynaklarını kuruttuklarına inanır. Ahlaktan mahrum kalmış insanlar amaçlarına ulaşmak için her türlü kirli yolu kullanmaktan geri durmazlar. Zaten ulvi gibi gösterdikleri amaçları da kendi sefil benliklerinin zayfılıklarını örtmek için kullandıkları basit araçlardan öteye gitmez. Dostoyevski ne kadar kendini yeni fikirlere karşı siper etmeye çalışırsa çalışsın, romanları hem yaşadığı çağda hem de günümüzde radikaller ve muhalifler için esin kaynağı olmuştur. Çünkü Dostoyevski romanı, yazarının bakış açısını bile, diğer görüşlerle eşitleyebilecek denli güçlü bir çok sesliliğe ve renkliliğe sahiptir. Üstelik farklı bakış açıları ya da fikirler kendi başlarına yalıtılmış bütünlükler olarak durmazlar. Bitimsiz bir çatışma, kışkırtma ve büyük bir diyalog içerisinde var olurlar. Dostoyevski kahramanları dünyaya ve kendilerine dair son sözü kendileri söylemek isterler her zaman. Yazarın nihaileştirici, betimleyici sınıflandırıcı, tek sesli söz içersine sığmazlar. Bu yüzden Devuşkin’nin yukarıdaki itirazı sadece politik anlamda değildir, tek sesli romanın estetik ve biçimsel yapısına da ciddi bir eleştiri içerir.

Marx’ın “Katı Olan Herşey Buharlaşıyor” diye özetlediği on dokuzuncu yüzyıl kent modernleşmesine en uygun sanatsal formun Dostoyevski’nin Romanında yankısını bulduğunu iddia etmek mümkündür. Nerdeyse bütün ondokuzuncu yüzyılda kent, otorite ile özgürlük arasında büyük bir salınımda gidip gelmiştir. Her an işçiler, memurlar, öğrenciler, köylüler, kendilerine biçilmiş kimlikleri parçalayabilir kendi benliklerinin sınırlarını aşıp otoritenin karşısına dikilebilirler. Kenti duragan otoriter gündelik rutininden çıkartıp, herkesin kendi dili ile konuştuğu bir karnaval alanına çevirebilirler. Denemelerinin tümü başarısız da kalsa, “insandaki insan” kendini ve hayatı dönüştürecek güce ve potansiyele her zaman sahiptir.

Hiç yorum yok: